Kitapçığımızın bu bölümünde kültürümüzün, tarihimizin, dilimizin bu günlere gelmesinde büyük emeği geçen ve bu değerleri sesleriyle kuşaktan kuşağa aktaran büyük ses sanatçılarına, Yasak Bir Dilin Anlatıcıları olan bazı dengbejlerden bahsedeceğiz.
Dengbejler
Ellerini koy sözün yüreğinin üstüne. Hissettin mi o sıcaklığı, yakıyor değil mi ellerini? “Neden?” diye sordum bilenlere. Sözün yüreği neden bu kadar sıcak? Dediler ki “Sesin izini sür”. Dediler ki “Sorma bize, dengbejlere sor, onlar anlatsın”… Ya dengbejlerin dili yara bağlamışsa? Kim anlatır tarihin yaşadıklarını?
Bir dil yara bağlarsa… İniltileri duyulmaya başlanır. İnceden inceye bir sızı birikir… Taa o dağların orta yerine gömülmüş, acıların ve yasakların arasından hissedilir. Sonra birileri çıkar gelir. Sırtlarında abaları, ellerinde asaları ve yanlarında sözlerini doldurdukları heybeleriyle… Tarih taşırlar. Zordur o tarihi taşımak. Hele de asırlar boyu o yükü omuzlarından hiç indirmeden taşımak daha da zor...
Karanlıkta yalınayak yürüdünüz mü hiç? Ayaklarınız takıldı mı taşların kenarlarına? İncindi mi sözler kadar ayaklarınız? Of demeyin sakın… Hele o yaralarınız kabuk bağlarsa… Siz susun, söyleyin söyleyeceğinizi bir dengbeje, o götürsün, ulaştırsın kurulan meclislere.
Yakar dertlerin yarası. Yasaklı gecelerin sıcak konukları dengbejler. Onların arkasına düştünüz mü gidersiniz o yakılmış, yıkılmış geçmişinize. Tarihin o kuytuluklarında, bazen yapayalnız kalırsınız, bazen başınızı yaslarsınız dengbejlerin göğsüne… İnceden bir ezgi gelir konar avuçlarınızın içine. Bırakmayın dengbejlerin peşini… Biz de iki aydır onların peşine takıldık. Aslında uzun bir yol yürüdük. Bu yürüyüş dengbejlerin yürüyüşünün yanında çok kısa kalır biliyoruz. Sözün o sıcaklığını yitirdiği bugünlerde, o sözün sıcaklığına sığınmamız o kadar güzel ve anlamlı ki…
Oralarda sorduk: Kim bu dengbejler? Kime sorduysak anlatmakta hep zorluk çekti. Dengbejleri anlatmak… Yani anlatıcıyı anlatmak, söz ustasını yazıyla anlatmak…
Dengbej, Kürtçe’de bir şeyi sözle aktarmak anlamına gelir. “Deng” ses, “bej” söyle, aktar... Kürt halkı tarihi boyunca kültürünü sözle icra etmiş. Söze ve sese yaslamış sırtını. Uzaklara, seslerini sarıp tarihin kararmış sayfalarına, öyle göndermiş...
Tarihlerini yazılı aktarma olanağı bulamamışlar. Bundan dolayı kültürünü sonraki kuşaklara aktarmak işini de sözler ve anlatıcılar üstlenmiş. Araştırmamız boyunca fark ettik ki, yazılı kültürler arasında bir korku var. İki yüz yıl önce Bağdat Valisi’nin, yazı ve edebiyatla haşır neşir olan Kürtleri yakalama emri çıkardığı ve ele geçirilenlerin derisini yüzdürüp özel çerçevelere gerdirdiği biliniyor.
Bir sayfalık yazı, onlar için derilerinin yüzülmesi anlamına gelir. Bu korkunun, yazılı edebiyatla aralarında bir mesafeye yol açmasının yanı sıra; yazılı edebiyatın gelişmesini de engellemesi, bu alanda ciddi bir boşluk doğurmuş. Bunu aşmanın yollarını aramaya çalışmışlar. Dengbejler, sözlü edebiyatın mimarları olarak yasakları ve zorlukları göze alarak kendilerini vurmuşlar dağ yollarına. Hem roman yazarı, hem söz ve beste ustası, hem de tarihin tanığı…
Dengbejlerin sıcak soluğu o zorlukları üstlenmiş. Dengbejler, söz ve müziğin yardımıyla bir dengbejlik geleneği yaratmış ve ortaya yeni bir dil ve türkü tarzı çıkarmış. Böylece Kürtlerin günlük yaşamlarının ufak ayrıntıları üzerine kurulu bir sözlü edebiyat başlamış ve bu anlatılar, muhtevasındaki melodiler sayesinde daha geniş kitlelerin ilgisine neden olmuştur. Uzun yollar kat ederek bir bölgeden başka bir bölgeye kültürlerini taşımaya başlamışlar.
Dengbejlerin yaşamı gezmek ve anlatmak. Yaşananları anlamak, anlatmak, onların hikayesini anlatırken türküsünü söylemek. Bir halkın açlığını, yaşadıkları acıları anlatmak… Zor, evet. Hem de çok zor. Savaşları ve savaşlardan arta kalan acıları, kurşun geçmiş tenin geride bıraktıklarını, yaralı sokakları, ıssız yurtları, köyleri, kimsesiz kalan yolları… Kahramanlıkları... İhanetleri...
Bir kara haber vermek ne anlam taşır, yüreği türkülerle ve hikayelerle dolu bir dengbej için? Kılamın yüreğine sığınır, sırtını ona yaslar, öyle söyler söyleyeceğini.
“Dengbejler genelde okuma yazma bilmeyen, sözlü kültürün özellikleri ve değerleriyle yetişmiş, yaşadığı toplumu, gelenekleri, koşullarını, çelişkilerini iyi bilen, güçlü bir belleğe sahip, sese ve söze biçim verebilirken onu estetize edebilir yetenekte, Kürt halk hikayelerini bir ezgiyle yoğurarak, kimi zaman da bir enstrüman eşliğinde belli bir zaman diliminde bu hünerini dinleyici topluluğu karşısında icra eden anlatıcılar olarak değerlendirilebilinir.” diyor Abidin Parıltı. Bir de yıllardır dengbejlerle dostluk kuran onları anlatan M et Uzun’a soralım; bakalım, o ne diyecek dengbejler için:
“Size dengbejlerimi anlatayım.
Evet, dengbej, dengbejlerim, dengbejlerimin sesi, kelamı, dili. Bunları anlatayım size.
Dengbej, sese nefes ve yaşam verendir.
Dengbej, sesi kelam, kelamı kılam, türkü haline getirendir.
Dengbej, söyleyendir, anlatandır. Tıpkı yazılı edebiyatın ilk dengbeji Homeros gibi.
Yani dengbej; söyleyen, sözü nakşeden belleği canlı, diri tutan, hatta bellek olan.
Ancak dengbejin tanımı sadece bu kadar da değil, bu kadarı bir dengbeji tanımak için oldukça ek***; dengbej, sadece sese biçim veren, onu söyleyen değildir, aynı zamanda sesi stran, türkü, müzik haline getirendir de. Tıpkı Homeros’un tanrıçası gibi. Söyle, tanrıça. Yani stran, kılam olarak, bir ritim, bir makam eşliğinde, bir müzik haline getirerek söyle. Söyle; öfkeyi söyle, öfkeyi dinleyiciye ulaştır, kelamı bir inci gibi dizerek, bir kuyumcunun elması işlemesi gibi, kelamı işleyerek, söyleyiş biçimiyle kelamı güçlendirerek, kelamı kılam haline getirerek dinleyicinin yüreğine, ruhuna hitap et.
Evet, dengbej, yani Homeros’un tanrıçası. Sese biçim ve ritim, yaşam ve duygu veren; kelamı, sözcüğü, gönül ve yüreği terbiye eden, coşturan, teselli eden bir güç, bir kaynak haline getiren ‘tanrıça…’ İşte dengbej bu: İnsana, insanlığa bir dil; kimlik, tarih, benlik, bellek veren ses, nefes; insanı, insanlığı, insana anlatan, çağlar boyu, zamanlar boyu, kesintisiz bir çağlayan haline getiren kaynak.
Dengbej; kelam ustası, kılam ustası.
Şimdi dengbejlerimi anlatmaya başlayayım.”*
Dengbejlerin yeri, yurdu yoktur. Şehir şehir, köy köy dolaşıp, gittikleri yerlerde divan kurarlar. Geçimlerini de böyle sağlarlar. Aşıklar gibi dolaşır ve gittikleri yerin türkülerini ve hikayelerini anlatırlar. Söylenen türküleri, anlatılan hikayeleri başka köylere şehirlere taşır, oralarda anlatır ve söylerler.
Bazen tanıdık hikayeler de bulunur. Daha önce başka dillerle anlatılan hikâyeleri dengbejlerden de dinlemek mümkün.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Erzurum kışının dondurucu soğuğunu, çatıdan çatıya atlarken donan kedilerle anlatıyor. Ape Qado da, aynı hikayede açlık ve dondurucu soğuktan bahsediyor:
“‘Açların en genci de, kedi gibi, dama sıçradı, iki sıçradı, üçüncüsünde, kedi gibi, dama tırmandı. Kedinin kaçabileceği bir yeri yoktu. Ama karşı ev, karşı evin damı? Kedi deyip geçmeyin, ölüm zamanında, çaresizlik zamanında çılgınlıksa çılgınlık, ölümse ölüm. Son bir gayretle kedi, gözlerini ölümün korkusu sinmiş o zavallı küçük mahlûkat, karşı dama ulaşmak umuduyla, kendini boşluğa fırlattı. Dediğim gibi zaman, kırmızı kar zamanıydı, en olağandışı şeylerin bile olağan hale geldiği bir zamandı.
Soğuktu, dünyada yaşanmamış bir soğuk vardı. İnsanın ağzından çıkan nefesin bile çıkar çıkmaz halkalar halinde donduğu bir zamandı. Her şey donuyordu. Kedicik de dondu. İki damın arasında, öyle dondu kaldı. Evet, evet; havada, boşlukta, yerden insanlardan uzak, öyle dondu kaldı. Bu gözler bunu gördü, buna şahit…’
Öykünün bitmesinden sonra ‘Qado’ diyor, bu sert akraba, ‘Qado, işin gücün bizi elaleme rezil etmek, yapma, yalanın da bir haddi hesabı olmalı. Bu kadar da yalan olmaz Qado. O kediyi öyle havada, orta yerde bırakma. Onu ya ilk dama geri götür ya da diğer dama ulaştır.
‘Hayır’ diyor Ape Qado da gülümseyerek. ‘O kedi öyle havada donmuş kalacak.’
‘Ama bu doğru değil, Qado. Bu doğru olmaz, vicdansız Qado”*
Hiçbir dengbej zengin, varlıklı olamamış. Sıradan bir yaşamları var hepsinin. Zaman zaman beylerin, ağaların divanlarına gidilip orada muhabbet etmişlerse de bu belirleyici değil. Dengbejler yoksulluğun derdi, tasası ve dermanıdırlar. Ağaların, beylerin eğlence mezesi hiç olmamışlar.
Dengbejliğin ana damarı doğaçlamadır. Anlattıkları hep doğaçlama üzerine kuruludur. Derleme yapanlar da olmuş ama bunun sorunlar yaratması da söz konusu. Derleme yöntemleri ezbere dayalı olduğu için türküler ve hikayeler değişime uğramış çoğunlukla. Her dengbej derlediği türküye ya kendisinden bir şeyler eklemiş ya da yazılı olmadığı için bazı bölümler zamanla unutulmuş ve değişime uğramış. Bu nedenle bir dengbejin kendi eseri bile bir diğerinin aynısı olmayabilir. Hatta bulunduğu ortam dahi belirleyici olabilir. Yaşadığı herhangi bir olayın etkisi de ona yansımış olabilir.
Bunun yanısıra gittikleri yerlerin kadınları tarafından söylenen türküleri dinleyip bir yerden bir yere taşımışlar. Kadınların söyledikleri türküler ve anlattıkları hikayeler olmuş. Kadın dengbejlerin her yere gidememesinden dolayı, söyledikleri birçok hikaye ve türkü belirli yerlerle sınırlı kalmış. Dengbejlerin bu aktarıcı rolü sayesinde birçok türkü veya hikaye, onu yaratan kadınlardan alınmış, yeniden derlenerek daha geniş dinleyici kitlesine ulaştırılmış. Aksi halde birçok türkü ve hikaye, yaratıcısı köylü kadınların ölümüyle birlikte unutulup gitmesine yol açardı. Ki unutulup giden de çoktur.
Dengbejler neleri konu ederler türkü ve hikayelerine? Bu soruya da cevap aradık.
Kürtler söze ve hikayeye büyük önem verirler. Yazılı edebiyatla çok geç tanışmaları ve bunu bugün dahi tam olarak benimsememeleri, Kürtlerde sözlü edebiyatı daha önemli kılıyor. Kürtlerde okuma-yazma oranı oldukça düşük. Bundan dolayı da tarihlerini yazılı olarak değil, sözlü olarak öğrenmişler. Söze büyük önem verdikleri için dengbejlere de büyük önem veriyorlar. Çünkü dengbejler Kürt halkı için önemli bir kaynak oluşturuyor. Tüm kapılar dengbejlere açıktır ve dengbejler aşiretlerin övünç kaynağıdır. Birbirine düşman aileler, aşiretler, köy ve yöreler arasında rahatlıkla dolaşırlar. Kimse dengbejden korkmaz, ona dokunmaz. Hatta bir kavga çıkmışsa ve o anda dengbej gelmişse kavga orada biter. Dengbejler de bunu bildikleri için hikaye ve türkülerinde hemen hemen her konuyu işlemiş: Aşk, sevgi, kahramanlık, ayrılık, kuraklık, açlık, soğuk vb.
Aşk ve sevgi kendi içinde ikiye ayrılır. Birincisi gerçekten yaşanmış olanlar ve anlatıcının bire-bir kendisinin yaşadığı, yani hikayenin baş kahramanı, hikayeyi anlatan dengbejin kendisi olan… Bu hikayenin piri Evdale Zeynike’dir. İkincisi; hikayeyi anlatan ve o hikayenin türküsünü söyleyen, hikayenin kahramanı olmayanlar. Bunlar genelde dengbejin yaşadığı bölgeye özgü olanlardır. Ya da duyduğu, eğer okuma-yazması varsa, yazılı bir kaynaktan okuyup ondan etkilendiği, o olayları anlatan bir tarz. Bazen gerçek, bazen hayal ürünü, bazen de abartı öne çıkarılıp efsaneleşen hikayeler de anlatılır. En bilinen Mem û Zin ve Derweşe Evdina’dır. Dengbejlerin anlattıkları aşk hikayelerinin hepsinin sonu trajediyle bitiyor. Hikayelerin *****i ayrılık üzerine kurulu; yani birbirine kavuşamaz, dengbejin kahramanları. Kavuştuğunda ise yanar, kül olurlar. “Mutlu aşk yoktur” dengbejlerin hikayelerinde.
Kahramanlık hikayeleri... Birçok dilde anlatılan ve dinleyenin hep kendisini o kahramanın yerine koyduğu hikayelerin benzerini dengbejlerden de duyuyoruz. Bu hikayeler birçok yönüyle önemli. O toplumun ya da o dili konuşan halkın kültürü, değer yargıları, yaşam biçimi, alışkanlıkları ve yaşama bakış açısı yansıyor. Bu nedenle bu hikayeleri dinlerken o ortamı canlandırmak zor olmuyor.
“Kahramanlık hikayeleri, insanların kişisel arzularını ve yaşadıkları topluma karşı olan sorumluluklarını inceler. Ancak nerdeyse bütün hikayelerin sonucunda kahramanın seçimi; toplumunu esenliğe çıkarmak için ölümü göze almak olur. Ancak bütün bunlara rağmen kahraman kusursuz değildir. Kişinin kahramanlık nitelikleri kadar insani zayıflıkları da toplumun diğer bireylerini ilgilendirmekte ve bu zayıflıklar öğretici de olabilmektedir. Bu zayıflıklar özellikle dinleyicide bir özdeşlik duygusunun kurulmasını sağlar.”**
Dengbejler hikayelerini yaşamın birçok ayrıntısıyla zenginleştirirler. Doğanın güzelliğini, bulundukları coğrafyanın verimliliğini, bereketini anlatırlar. Soğuklar daha çok konuk olur hikayelerine. Ayrılığı ve hastalığı Evdale Zeynike şu dizeleriyle anlatıyor:
“Turna, hey turnam, bu Iğdır ovasının
Nazlı turnası, turnam
Arıkuşları okuyor şimdi Sürmeli Paşa’nın divanında,
Bülbüller okuyor bu ayvanda,
Geçer yıl şu zamanlar Evdale Zeynike’ydim ben,
Yeryüzünün arıkuşuydum ben,
Gün ışığının bülbülüydüm ben,
Acem sınırında oturan ben,
Atların süvarisi, Gule’nin nazlı edasının
Aşığıydım ben, Gule, bahtsız Gule, körüm, ben körüm,
Derman hani Gule?...”
Ehmede Fermane Kiki, sürgün yıllarında dert ortağı olan kavalına bakın neler söylemiş. Şeyh Sait Ayaklanması’nda sağ kalan ve gidip sürgünde yaşayan Kiki için kavalı, dert ortağıdır. Her şeyini ona anlatır, onunla dertleşir, onunla selam gönderir sürgün edildiği yurduna:
“Sesin
Gamlı insanların gözyaşlarını
Ayrılıkların sıcak selamını
Kırık lerin çığlığını
Getiriyor bana
Kavalımsın sen
Yurtsuzların sesi, kavalım benim..
Şirin kavalım
Seher ayazında
Akşam alacasında
Yalnızların arkadaşı
Kırık elerin yoldaşısın…”
Vatan ve dil. Biri olmadan diğeri olmaz. Bunu dengbejler de bilir ve onun için bu, söyledikleri türkülere ve anlattıkları hikayelere yansır. Vatan ve dili için, dengbej Feqiye Teyran’a kulak verelim.
“Dil anadır, kucağında çocuk
Ülke baba, içinde egemenlik
İnsan yetimdir ülkesiz…
Anamdır güzel dil
Kibar methiye hep güzel
Gam ve keder yaşadın sen hep”
Bu dizelerden sonra bize söz düşmüyor. Onlar, dengbejler, bir tarafta yasaklı dilleri, yılların köreltmek için sürekli kum serptiği gözleri ve o kuma inat görmek için çabalayan bir halk. O halkın söz ustası, yılmaz kültür elçileri dengbejler.
Düştün mü dengbejlerin peşine, duramazsın, yer-yurt bilmez, öylece gezer durursun. Seni duygudan duyguya sürükler durur. Bu gezi bize birçok şeyi yaşattı. İnsanın dilinin bu kadar yara almış olması ve bu kadar baskının, yaranın içinde insanın özlemlerini anlatacak bir yeri-yurdu olamaması… Bu yol boyunca ıssız yerlere, yakılmış, yıkılmış virane evlere rastladık. Yüz yıllar öncesine gidip, bugüne geldik. İnanın hiçbir fark yoktu. Bu da insanın yüreğine yüzlerce acının çivisini çakıyor. Her dengbejin ayrı bir acılı yaşam hikayesi, her dengbejin acı dolu türküsü… Bu karmaşık duygular ve dil özlemleri hep var olagelmiş…
Anlatmaya çalışmak o kadar zor ki… Hangi birini anlatalım diye düşündükçe, içinden çıkamıyorsun. Ahmede Xani, Meme Alan... Sonra uzanıp iki yüz yıl sonrasına… Kürtlerin Homeros’u Evdale Zeynike, sizi götürsün 800’lerin başına; oralarda divanlar kurup, size aşkın kutsallığını anlatsın. Sonra, Ermeni olmasına rağmen Kürtlerin gönlünde kendisine güzel bir mekan ayırtan bir dengbej, Karapete Xaço sizi Ermenistan’da dolaştırsın. Hamidiye Alayları köylerini bastığında 15 yaşındaki Xaço’nun kimsesi sağ kalmaz. O da artık köy köy dolaşıp dilencilik yapar. Yaşadığı onca acı, ona türkülerin kaynağını gösterir. Yeni ayaklanmalar ve sürgünler başlar. Velhasıl yolu Ermenistan’a düşer, orada Sovyet radyolarında Kürtçe hikayeler anlatır, türküler söyler. Kendi diline hasret kalanlar belirli saatlerde radyonun başına toplanır Karapete Xaço’yu dinlerler. Bir taraftan da camdan dışarıya endişeli gözlerle bakarlar. Evlerinin basılıp, yasak dilden türküler dinledikleri için hapse atılmaktan korkarlar. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Xaço susar, bir daha da duyan olmaz. 102 yaşında hayata küsmüş olarak veda eder dengbejliğe. Meryem Xan, bir kadın dengbej… Feodal yapıyı zorla***** kendi türkülerini söylemek, o kadar kolay olmasa da, başarılı olur. Ses rengi ve türküleriyle dengbejlik geleneğini sürdürür Meryem Xan.
Daha yazacak o kadar çok dengbej var ki, söz açıldıkça onlar bizi sürükleyip götürüyor. Bazen kavalı hı Egide Cımo’ya takılıyoruz, bazen Mehmet Baran’a, onun kemanının yerinin farklı olduğunu görüyoruz. Sonra ‘38 Dersim İsyanı’nda kurşuna dizilmiş hali gözlerimizin önüne gelince, dönüp oğlu Mahmut Baran’a bakıyoruz. O da tütünü atın sırtına vurup Erzincan yollarına düşüyor, türküleriyle anlatıyor bize yaşananları… Diğer dengbejler, yani adlarını bu kısacık yazıda zikredemediklerimiz, bizi bağışlasınlar. Ama onların kurdukları divanlarına yine gideceğiz ve yine onların sözlerine sırtımızı yaslayıp koca bir halkın tarihini öğreneceğiz. Biliyoruz dengbejler hiç susmazlar, dillerine kelepçe vurulsa bile, onlar iniltileriyle anlatırlar anlatacaklarını